1 Nisan 2008 Salı

KIŞLADAĞ ALTIN MADENİ ve İNAY KÖYÜ VİCDAN HAREKETİ
Muammer Sakaryalı


GİRİŞ

Köyümüzün yakınına Altın şirketi gelmeden önce de sıkıntılarımız/sorunlarımız vardı: Ürünümüz para etmiyordu, hayvancılıktan eskisi kadar kazanç elde edilemiyordu, topraklarımızın verimi düşüyordu, her aileden birkaç kişi şehre göç etmek zorunda kalıyordu, sağlık ocağımızda doktor olmalıydı, ilköğretim okulumuzdan mezun olan çocuklar iyi liselere yerleşmeliydi, vs. Bu sorunlarımız gene var. Ama artık bu sorunlarımızı konuşmuyoruz, konuşamıyoruz. Çünkü altın madeni hepsine tüy dikti. Suyumuz kuruyacak ya da azalacak mı? Kullanılan sodyum siyanürün hidrojen siyanüre dönüşerek atmosfere karışan kısmıyla ne zaman zehirleneceğiz? Nasıl bir felaket yaşayacağız, gibi kaygılarımız her şeyin önüne geçti. Yaşam kaygımız öne geçti. Zira yaşamımız tehdit altında. Sürekli bir kaygı- endişe hali içinde yaşıyoruz.

KIŞLADAĞ NERESİ?

Uşak vilayetinde, Ulubey ve Eşme ilçelerinin sınırları içinde Kışladağ namıya anılan bir yer vardır. Kışla, Gümüşkol, Katrancılar, Söğütlü, Karapınar köyleri arasında kalan bir alan burası. Burada toprağın bir tonunda ortalama 1.32 gr altın bulunmaktadır.

KIŞLADAĞ’DA NELER OLUYOR?

Kışladağ’da bu altını ulus ötesi bir şirket (Eldoradogold-Tüprag) çıkarmaktadır. Fakat altını açık ocakta, siyanür liçi denen yöntemle çıkardığı için, canlı yaşamın anasını ağlatmaktadır: Binlerce dönüm arazi alt üst edilmektedir. 23.000’e yakın ağaç kesilmiştir. Zaten az olan yeraltı sularımızı altın madeni çekmektedir ve bölgeyi susuzluk beklemektedir. 17 yıl boyunca 70.000 ton siyanür kullanılacaktır. Ağır metallerle karışık pasa dağları, 60 metre kalınlığında ve içinde bin bir çeşit kimyasalın olduğu bir “bomba” (liç alanında kalan), bir daha geri kazanılamayacak 140 ton altın ve 450 m derinlikte 1000 m genişlikte bir atık çukurunu bize bırakıp gideceklerdir. Havaya sürekli hidrojen siyanür salınmaktadır ve bu nedenle 28-29 Haziran 2006’da yüzlerce insan Eşme ilçesinde zehirlenmiştir. En son 2007 Temmuzunda İnay’da pek çok insan tipik siyanür zehirlenmesi olduğu anlaşılan bir olay yaşanmıştır.

Devletimiz, hükümetlerimiz fena halde küresel sermaye taraftarı ve neoliberal politika uygulayıcısı olduğu için, altın şirketlerine âşıktırlar. Bu aşk nedeniyle Valiler, kaymakamlar, muhtarlar, belediye başkanları kraldan fazla kralcıdırlar. Hükümetler “döv deyince” onlar öldürüyorlar: Her türlü yöntem kullanılarak köylüler Tüprag taraftarı yapılıyor. Yalanla, rüşvetle, tehditle muhalifler engellenmeye çalışılıyor. Ama korkmayan, satılmayan, yalanlara kanmayan, direnenler de var. İşte bunlardan biri İnay köyü. Aydın, sorgulayan, köyünden memnun, muhalif güzel insanların köyü.

DÜŞMAN YANIMIZA GELENE DEK KIPIRDAMADIK

Bergama köylüleri yıllarca yaşamlarına, topraklarına, ürünlerine vb sahip çıkarken Kışladağ Altın Madeni civarındaki köylüler, Eşmeliler, Ulubeyliler; “Aptallığa benzer bir suskunluk” içindeydi. İnay köylüleri, “aptallığa oldukça benzeyen bir sessizlik içindeki” hallerinden sıyrılarak bağırmaya ve gürültü yapmaya başladı. “Madeni bir kazanç kapısı gibi algılayan” Eşmeliler’den uyutulduklarını söyleyip eylemlere destek verenler oldu. Etkinlikler başta İnay Köyü’nde olmak üzere çevrede yayılmaya başladı. İkinci bir Bergama köylü hareketi doğdu. Ancak desteğe ve hukuken kazanmaya çok ihtiyaçları vardı.
İnay Köylüleri, köyün tüm insanlarının katılımıyla ”insanın, toprağın, suyun, böceğin, çiçeğin… vicdan hareketini” oluşturdular. Paneller, açık hava toplantıları, basın açıklamaları, dayanışma etkinlikleriyle seslerini tüm Türkiye’ye duyurdular. Simgeleri ellerindeki çanlar ve giydikleri kefenlerdir. Uluslararası güce sahip ve yanında bizim devlet de olan bir “düşman”a karşı onur savaşı veriyorlar. 20 civarında dava açtılar. Bir Umut köy İnay! Çoğaltmak gerekiyor böyle köyleri. Küresel sermayeye karşı taban örgütlenmeleri olarak da yaygınlaştırmak gerekiyor.

NEDEN İNAY KÖYÜ? VE NEDEN TURUNCU ÇEVRE DERNEĞİ?

İnay’dan önce madene yakın olan Bekişli, Söğütlü, Karapınar köyleri ve Eşme ilçesinden bazı insanlar tepkiliydi. Bir süre sonra “tepki gösterenlerin önde gelenleri”nin madenden yana olduğunu, madende çalışmaya başladıklarını gördük. Bizi gördüklerinde bir keresinde kendi durumlarını şöyle açıkladılar: “Gücümüz yetmiyor, paramız yetmiyor, aklımız yetmiyor.” Aynen böyle demişti bir ileri gelen. Oysa bu açıklama düşünülerek bulunmuş bir açıklamaydı ve kendi durumlarının mazur görülmesi talebini içeriyordu. Sonradan anlaşıldı ki, o “kanaat önderi köylüler” madeni ekmek kapısı olarak görüyorlardı ve işe girmek, oradan ekmek yemek için tepki gösteriyorlardı. Çok “kurnazca” çevre derneği kurmuşlardı, Eşme’den bir eczacı ve Bekişli köyünden 6 kişi yönetim oluşturmuşlardı. Derneğe üye kaydı yapmıyorlardı ve derneğin yönetim yeri Bekişli de bir yurttaşın eviydi.

Uşak Valisi Ayhan Çevik gazetelere verdiği demeçlerle, bu olaylara ışık tutuyordu: “Eşme Kaymakamlığı öncülüğünde Doğal Hayatı Koruma Derneği kurulacak, madenin çalışmaları izlenecek. Uşak ve Uşaklının, Bergama’nın tam aksine bu madene sahip çıkmaları gerekiyor. Madenin hemen faaliyete geçmesini diliyorum.” (13 Kasım 1999 Hürriyet Ege-11Aralık 1999 Radikal)

Bekişli köylüleri bu derneğin baştan itibaren danışıklı kurulduğunu bilmiyor olabilirler. Bugün geriye dönüp bakıldığında Bekişli köyünde kurulan derneğin yöneticilerinin tümünün madende çalıştığını, Eşmeli eczacı bayanın dernek temsilcisi olarak valilikçe kurulan “madeni izleme denetleme komisyonu” içinde olduğunu görmekteyiz.


İNAYLILAR, İNAY’DA YAŞAMAKTAN MEMNUNLAR

Gelelim İnay’a. Yukarıda sorduğumuz “neden İnay topluca madene karşı çıkıyor?” sorusunun yanıtına. Bence öncelikle, İnaylılar kendi köylerinde yaşamaktan memnunlar. Bu memnuniyetten vazgeçmek istemiyorlar. İnay çok eski bir yerleşim yeridir. Etraf köylerin birçoğunun yerleşikliği nispeten yenidir. İnaylılar’ ın ekonomik durumları görece iyidir. Arazileri geniştir. Uzun yıllardır köyden demiryolu geçmektedir ve bu nedenle dış dünyayı bilirler. Birçok köyün de geçiş yeridir İnay. Dışarıda gördüklerini ve olumlu bulduklarını kendi köylerine taşımaya yatkındırlar. Köyde sağlık ocağı, ilköğretim okulu vardır. İlçeye ve İle yakındır.

Ayrıca işgalcinin ne demek olduğunu bilir. 1920 – 1922 arasında 2 yıl 5 gün fiili işgal yaşamıştır. İşgal günlerinin hikâyesi kuşaktan kuşağa anlatılmaktadır. Ve işgalin son günlerinde köy yanmıştır, bu yangın sırasında İnaylılara kucak açan yer Kışla dağıdır.
Bir başka değişken ise, diğer köylere göre muhalif olma ve organize olma deneyimi vardır. 1975-80 yılları arasında kendisi olmuş, kendi örgütlü gücünün farkına varmış, dayanışmanın ve paylaşmanın güzelliklerini yaşamıştır. Neden İnay, sorusuna verilebilecek yanıtlar bu saydıklarımızın toplamı olabilir.

SÜRECE NEDEN GEÇ DAHİL OLDU İNAYLILAR?

Kısaca üç nedeni var.
1. Kışladağ maden bölgesi bize uzak, zararı olmaz, düşüncesi vardı.
2. İnay’ı 12 Eylül döneminde çok dövmüşlerdi, çok ezmişlerdi. Yenilginin yaralarını (yas sürecini yaşayarak) saramamışlardı. Birbirine küsmüşlerdi.
3. İnaylı Çingen Remzi’nin deyişiyle “Çoban yoktu” İnaylılara. Onu da ancak kendi içlerinden güvenilen, sevilen, empati yapmayı becerebilen kişi ya da kişiler yapabilirdi. Kendi içlerinden çıkardılar “çobanları”nı. Ve yeniden kendine geldi İnay. Şimdi yeniden kadınlar önde olmak üzere kolektif üretimin, imecenin, birlikte başarmanın hazzını yaşıyor.
Üstelik uzun süredir verdikleri mücadelenin semeresini de aldılar. Kışladağ altın madeni resmen kapandı. (19.08.2007) Maden şirketinin açtırdığı kuyuların 4 tanesini kapattırdılar. Madenin çalışma ruhsatını da iptal ettirdiler. Deneme iznini iptal ettirdiler. Yer seçimi ve sağlık koruma bandı izninin yürütmesini durdurdular. Hukuken kazandılar, destek de gördüler. Şimdi moraller iyi.

Ama madenciler Danıştay 6. dairesinin Yürütmeyi durdurma kararına rağmen gizli gizli çalışarak yığın liçi alanını genişlettiler. Yaptırdığımız tespit sırasında öğrendik ki, Çevre ve Orman Bakanlığı Tüprag şirketine “Bu sırada erozyonu önlemek için çalışma yapabilirsiniz” izni vermiş. Tüprag şirketi de erozyonu önleme çalışması yapıyormuş. Bizim oraların tabiriyle (ev Türkçesi’yle) bu durumu özetleyecek olursak; “Kahpelik içerden olunca kapı tırkaz tutmaz.” Kışladağ altın madeninde de kapı kilit tutmuyor.

Şimdi yeni haberler aldık. 8 Kasım 2007 tarihli bir mektup var elimizde. Mektubu Eldorado Gold’un yönetim kurulu başkanı Paul N. Wright, Devlet bakanı Kürşat Tüzmen’ e yazmış. Kendilerinin uygun olduğu zamanı belirterek randevu istiyor. “20 seneden beri çalıştıklarını, şimdiye dek 164 milyon dolar yatırım yaptıklarını ama Danıştay’ın madeni durdurma kararından sonra çalışamadıklarını, bir an önce çalışmak istediklerini ve kendilerine yardımcı olunması gerektiğini” söylüyor. Yani siyanürlü altın işletmelerinde yargı kararlarını delip geçmek için siyasilere baskı yapılıyor. Ve bizim aklımıza şu sorular geliyor: “ Bu uluslar arası şirketlerle hükümet arasında gizli anlaşmalar mı var acaba? Eldorado’ya yatırımı yapmadan önce bir takım güvenceler mi verildi acaba? Bu şirkete tanınan teşvikler ve muafiyetler var mıdır acaba? Varsa nelerdir? ‘Kışladağ’da Bergama’da yaşananlar yaşanmayacaktır’ sözü mü verilmiştir acaba? Kışladağ altın madeni yargı kararlarına rağmen açılacak mıdır acaba?”

Bergama Ovacık altın madeni için de Amerikan Büyükelçisi Eric Edelman, Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen’e bir mektup yazarak (17 Eylül 2004 tarihli) mahkeme kararının delinmesini sağlamıştı.

Tüprag kamu halkla ilişkiler sorumlusu (şimdi genel müdür) olan eski solcu Mehmet Yılmaz, “lisede not yükseltme davasına bakan mahkemelerin, bu davalara baktığını ve bu işten anlamadıkları için kendilerine sıkıntılar çıkardıklarını” (17.09.2007- Dünya gazetesi) söylemişti.

Yargıyı hükümetle birlikte kuşatma altına alıp bir biçimde madeni açtırıp çalıştırmak istemektedirler. Biz de bu kuşatmayı yarmaya ve ülkemizin yaşanılır kalmasını sağlamaya çalışıyoruz. Mücadele sonuna dek sürecektir.

APOLİTİK ÇEVRE MÜCADELESİ DEĞİLİZ AMA…

Çevre sorununun çiçek-böcekten ibaret bir sorun olmadığını, bir yurt/yer küre sorunu olduğunu ve esasen kapitalizmden (küresel kapitalizmden) kaynaklandığını biliyoruz. Dolayısıyla politik alandan bağımsız bir çevre mücadelesi olamayacağını görüyoruz, biliyoruz. Ayrıca havanın, suyun, toprağın ve canlı yaşamın zehirlenmesine karşı mücadele ederken hayat önümüze politik dönemleri, politik sorunları çıkartıyor. Ama politik bir çevre mücadelesinin ne anlama geldiğinin de çok farklı anlaşıldığını yaşayarak gördüğümüzü belirtmek isteriz. Bu konuda kendi yerelimizde birkaç çeşit yaklaşım gördük. Örneğin en kabası ve ahlak dışı olanı şuydu; politik odak olduğunu söyleyen birilerinin “bizim peşimize takılın” demesi. Bizim hareketimizi kendi partilerinin bölge toplantısında, bölge toplantısına katılan il temsilcileri tarafından “kendilerinin yarattığını” söyleyerek itibar kazanmaya çalışması. Ve daha ne tuhaflıklar!

Fakat bu boyutun (çevre sorunu ve politika ilişkisi) çok tartışılmaya ihtiyaç gösterdiğini, bilinen kalıplarla çözüme yönelinmemesini, her hareketin kendi somutunda çözümler üretilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

DİRENİŞ BİRÇOK İNSANA VE ÇEVREYE KAZANÇ KAPISI AÇTI

Uşak’ta 10’a yakın yerel gazete, birkaç tane internet gazetesi oluştu. Maden şirketinin haberini yapma karşılığında, madene karşı yapılan eylemlerin haberini yapmama karşılığında para alarak geçinen yeni bir sektör oluştu. Tabii 2 adet yerel TV de buna dahildir. Ayrıca sonradan madene gerekli olan özel mülk toprak parçası veya köylere ait meralar, bizim tepkilerimizden sonra “çok büyük paralar” karşılığında satılır oldu.

ARTIK ALTIN MADENLERİNDE “TURUNCU SENDİKALAR” VAR

İlkler hep Bergama’da yaşandı. Bergama köylülerinin direnişini altın madenciliğine karşı mücadele eserinin önsözü gibidir. Toplumsal destek elde etmek için maden şirketi, Bergama Ovacık madenine Türkiye Maden İş sendikasını sokmuştu. Bu sendika madenci şirketin yanında davalara müdahil oldu, Çevre gününde patronlarıyla beraber köylülere ve çevrecilere saldırdı, Dikili’de panel bastı ve bilim insanlarına saldırdı.

Aynı sendikayı bu kez Tüprag, Kışladağ altın madenine en başta soktu. İzmir Hilton da Toplu sözleşme yaptılar. İşçilerin hakları ve sağlıklı koşullarda çalışması diye bir derdi yok sendikanın. O “turuncu” görevine devam ediyor. Yine Tüprag’ın yanında davaya müdahil oldular. Maden kapanmasın diye imza topluyorlar vb.

İNAY PRATİĞİNDEN ÖNERİLER

Kışladağ civarındaki köyler küresel kapitalizmin mağdurudur. O köylerin yaşamı tehlike ve tehdit altındadır. Şimdi mağdurlar kendi yaşamlarına sahip çıkıyor.

Türkiye’nin 155.000 km kare toprağı maden şirketleri tarafından alt üst edileceğine göre (ki bunun 100 km karesi Ege’de) küresel kapitalizm tarafından mağdur edilecek milyonlarca insan olacaktır. Bu insanların yaşamlarına sahip çıkmasıyla ciddi bir muhalefet dinamiği oluşacaktır. Bergama’dan Kışladağ’a, Kaz dağlarından Gümüşhane’ye, Artvin’den Efemçukuru’na, Istırancalar’a kadar…


Bu nedenle;

Çevre denen sorun bir yurt sorunudur. Yurda, yaşama, yer küreye ve onun talanına sahip çıkma sorunudur. Sorunu böyle ortaya koymalıyız. Anti-emperyalist, anti kapitalist bir bakışla yerel düzeyde özgün tepkiler örgütlenmelidir. Mağdur olan her yerleşim biriminde ilgili komiteler - heyetler oluşturulması çağrısı yapmalıyız. Diğer bölgelerle tecrübe aktarım mekanizmaları oluşturulmalıdır. Bu bakımdan Ankara’daki Mimarlar Odası şenliği anlamlıdır.

İmza toplamalar, paneller, basın açıklamaları, açık oturumlar, dilekçe yazmalar, dava açmalar vb her etkinlik mutlaka “gürültü” vesilesi yapılarak basında haber yapılması sağlanmalıdır.
Gazete haberleri, yazılar, makaleler biriktirilerek iç eğitim malzemesi yapılmalıdır.
Köylülerin topraklarını satmaması önerilmelidir. Bu ciddi bir engel oluşturuyor.

İnsanların tutanak tutmayı, fotoğraf ve video çekmeyi ve belge oluşturmayı öğrenmesi önerilmelidir.
Kitleler adaletli, vefalı, kişisel ikbal hesapları olmayan, hoyrat olmayan, sevgisiz olmayan, tartıştıran, dinleyen, empatik davranan insanlarla beraber olmayı yeğliyorlar. Ama sorunun esas sahiplerinin kendileri olduğu fikri pratik işler içinde duyumsatılmazsa-yaşatılmazsa belli kişiler işleri vekâleten yapıyor durumuna düşüyorlar ve işler beş - on kişinin üstüne kalıyor.

Altın madenciliğinin mahsurları konusunda insanlara ne söylüyorsak, kaymakama, valiye, jandarmaya da aynısını söylemek meşruluk sağlamaya hizmet ediyor.



Hiç yorum yok: